23 Ocak 2011 Pazar

Umberto Eco’ nun Açık Yapıt’ı üzerine müzikal bir yaklaşım

"Sanat çalışmalarının toplum ile ilişkisi Leibniz'in monadlarına benzetilebilir. Pencereleri olmayan-yani, toplumun bilincinde olmayan ve hiçbir şekilde bu tür bilinçle birlikte bulunması söz konusu olmayan sanat çalışmaları ve özellikle de, kavramlardan oldukça uzaklara çekilmiş bulunan müzik toplumu temsil eder ve denebilir ki, müzik bu işi, bakışlarını toplum yönüne ne denli az çevirirse, o denli derinlikli yapar." (T. Adorno)

Estetik açıdan gözlerle ve tüm duyularla değerlendirilebilen resim, okuyarak ve zihnin şekillendirmesiyle değerlendirilebilen şiir/ edebiyat, duyarak ve hayal ederek-algılayarak-kurgulayarak değerlendirilebilen ve tüm duyuları harekete geçiren müzik…
Açık yapıt niteliği taşıyan yapıtların değerlendirme sürecinde, tüketilmeden hissedilebilme ve yeniden anlamlandırma, beynimizde konumlandırma aşamalarını bitirmeyen, yaşanan her ruh değişimine göre ve algı açılımıyla birlikte gelişen  müzik...
Her dinleyişimizde, estetik haz alma sürecimizin gelişimine bağlı olarak algılamamızda yepyeni bir tazelik ve artan duyarlılık  hissiyatı veren müzik; estetik yargıyı beraberinde getirir. Tükenmeyen, her dinlediğimizde farklı haz verebilme estetiğine  sahip, melodiler ve düşler. Sanat yapıtı ve estetikle ilgili düşünceleriyle, çalışmalarımıza önemli bir bakış açısı kazandıran Umberto Eco - Açık Yapıt.
Geleneksel sanat yorumu ve çözümlemesine karsın, yapıtların çok anlamlılık yönüne vurgu yapar Eco. Bu tutumla estetik alımlayıcıların yapıt hakkındaki yorumları ve yapıtlara katkıları büyük önem taşır. Bununla birlikte de yapıt artık yaratıcının yapıtı
olmaktan çıkar ve estetik öznenin malı olur. Jean Paul Sartre’ın “olmayanda olanı görmek” imgelemi, ezgiye ya da sese dayanan bir yapıtın kompozisyonunun, yapıtı yaratanın dışında geliştiğini vurgular. Çünkü bir yapıt ortaya çıktıktan sonra tüketicinin kültürel kodu, bilgi birikimi ve bu birikimden yararlanma yeteneğine bağlı olarak, yapıt sahibinden tamamen bağımsız bir süreç baslar, ve tüketicinin yapıtı kavramadaki tutumu önem kazanır. Yapıtı değerlendirenlerin, yapıtta yakaladığı her ipucunun verdiği hazla kendini hep daha yeni bir ortamda bulması, hissedilen
bu zenginlik yoluyla gelişim sürecine dahil olmasıdır. Yapıtı değerlendirenlerin yukarıda bahsettiğim bilgi birikimi, değerlendirme sürecine dahil olabilmesi-bilgi birikiminden yararlanma yeteneğine-bağlı olarak yapıtı büyük bir resim olarak
görmesinden ziyade derinlere inebilmesidir. Çünkü algı ile yapıtın büyük resminin derinlikleri arasında ters korelasyon bulunur. Değerlendirme ve algı ne kadar geniş ise, o oranda en küçük en detay en uçsuz bucaksız derinliklere inilebilir.
“İsmini Kendin Koy” yapıtını;
• Kelime / cümle yapısı ve sözlerine
• Müzikal altyapısına
• Müzik tarzına
göre değerlendirmek mümkündür.
Enformasyon adına kelimeleri incelediğimizde, yapıtın içinde geçen birçok kelimenin yapıtı değerlendirenin yorumuna bırakıldığı görülmektedir. “Sana” kelimesinin yapıtın tamamına sızması “yapıtı değerlendirenin” düşlediği “sana” kim ya da ne ise vurgulanarak hitabet içermektedir. Ahenkli bir yakarış vardır “sana” da. “Sığınıyorum” kelimesinin yapıtta “duymadın” kelimesi ile ilerleyişi kişiye duyulan asktan / ilahi aşktan / nesnelere duyulan aşktan bahsedebiliyorken, duymadın kelimesi herhangi bir varlık ya da canlıdan beklenenlerin karşılanmadığını ifade edebilmektedir. “koşamadım, yürüdüm, düşleyemedim”  koşmak ve yürümek gibi fiziksel  ve akılda netlik uyandıran fiillerin soyut bir kavram olan düşlemek ile birleştirilmesinden doğan - koşmak ve yürümek fillerinin de  soyutlandırılması ifade etmektedir. Bu ifadeler diğer eylemlerde de aynı konumlandırmayı yapmaktadır. “dönüp arkaya baktım” ifadesi koşmak ve yürümek ile birleştirildiğinde fiziksel eylem ifade ediyorken, süregelen düşlemek fiili ile birleştiğinde “dönüp arkaya bakmak” eylemi de geçmişe dönmeyi simgelemektedir. “izleri görüp yenilerinden iz yapmak” ile acı veren duygu ve hissiyatların hatırlanması ve tekrar aynı duyguların hissedilerek yaşanması ifadesi, aslında acı vermeyen yepyeni kavramlarında acıya alışık bünyede iz yaratması anlamını da içermektedir. “aynaya bakamadım, baktığımda kendimi göremedim” yine
soyutlaştırılmış, kendiyle hesaplaşmamak istemesi, içine bakmak istememesinin ardından, içine döndüğünde ise kendini bulamaması ve
hissedememesi ifadesiyle “izlerin” yok ettiği ruhları da simgelemektedir. Yapıtı müzikal altyapısına göre incelediğimizde şarkının intro denilen sözsüz bölümle başlaması dinleyicinin ses/vokalden önce melodinin hissiyatını yaşamasını sağlar. Tüm enstrümanların tonlarının kulağı zorlamayan kıvamda  olması derinlik sağlayacağından yapıtı değerlendiren bilinçlerin dingin, düşünen, izlere sürüklenen alt beyinde olmasını sağlayabilmektedir. Basların ve davulların vurucu/baskıcı efektler içermesi, yapıtı değerlendirenin, değerlendirme aşamasındaki coşkusuna eşlik ederek vurucu “an”lar oluşturacaktır. Yapıtın mistik bir tarz içermesi de bu bütünlük için vazgeçilmez bir unsur olmuştur. Dolayısıyla popüler kültürün müzik alanındaki tüketimi pop müzik kavramından uzaktır.
Eco’nun TV kriterlerindeki yayın akışı içinde bahsettiği popüler kültür nesneleri, maddiyatı sağlayan ve geleneksel kalıplarda beğenilen, estetik bir yargı içermeyen acı/ keyif/ mutluluk/ eğlence veren kompozisyonlardır ve açık yapıt özelliğini taşımazlar. Çünkü yukarıda bahsi geçen tüm kriterler yapıtın çabuk tüketilmesi ve çabuk unutulması anlamını da beraberinde getirir.
Adorno’ya göre, günümüzde müziğin toplumsal gerçekliklerden bağımsız olabilmesi, her geçen gün artmakta olan tehditler altındadır. Bugün yapılan müziklerin çoğunluğu bir meta karakteri taşımakta; müzik kullanım değerinden çok, değişim değerine yönlendirilmektedir. Gerçek ikilem, Adorno'nun ileri sürdüğüne göre, "hafif' müzik ile "ciddi" müzik arasında olmayıp, Pazar yönelimli olan müzik ile Pazar yönelimli olmayan müzik arasındadır. Adorno, modern toplumsal siyasal yapılanma içerisinde müziğin de araçsallaşmış, değişim değeri ölçüsünde değer kazanmış olan görüntüsüne şiddetle karşı çıkmaktadır. Popüler müzik denilen ve kitlelere seslenen bugünkü müzik anlayışı Adorno'ya göre standart notalardan oluşan basit bir müziktir, müziğin en önemli özelliklerinden birisi olan harmoni özelliğine bile bu tür müzik sahip değildir. Popüler müzikte önemli olan sürekli yinelenen nakaratlardır. Bu biçimiyle müzik kitle kültürünün bir taşıyıcısı ve yayıcısı konumunda olup, Adorno'nun olmasını istediği şekilde isyan eden, muhalif özelliğini de kaybetmiş olur.
Müzikal yapıtlar, yapıtı değerlendirenin, her dinlemesiyle tekrar tükenmeyen bir tüketim içine girebilecek tüketicinin, çizeceği resim haline gelmesiyle gelişimini sürdürürler.
Ben bu yapıtı dinleyenleri bir kalıba sokmayı hedeflemeyerek, yukarıda bahsettiğim cümle açıklamalarına konusunda da sınırlamayarak tamamladım. Yapıta bir perspektif veremem, senin perspektifini sınırlayamam, çünkü senin algındır bu düşü görmek /görebilmek…
Keyifli düşlere...
www.myspace.com/bguner

16 Ocak 2011 Pazar

Paul Gauguin

PAUL GAUGUIN
1848-1903

19. yüzyıl Post Empresyonizmi’ nin önde gelen ressamlarından Paul Gauguin’ in yaşam öyküsü, alışılmış sanatçı biyografilerinden oldukça farklıdır. Hayatının belirli bir döneminde, yaşamını bütünüyle değiştiren Gauguin, sanat tarihinin sıra dışı ressamlarındandır.
Yirmili yaşların ortalarına geldiğinde refah içinde yaşadığı hayatı geride bırakarak sanatçılarla yakınlık kurmaya, müze ve sergileri ziyaret etmeye ve resim dersleri almaya başlar. Resme duyduğu ilgi, bir koleksiyoner olmakla sınırlı kalmayacak, hafta sonlarını resim yapmaya ayırarak başladığı bu amatör uğraş, sanat tarihinin en dikkat çekici isimlerinden birisi olmasına yol açar. Dönemin Empresyonist ressamlarından devraldığı gelenekleri bir adım daha ileriye götürmesi, Tahiti’ de geçirdiği yıllarda gerçekleşir.

Çocukluk ve gençlik yılları

Gazeteci bir babanın ve Perulu bir annenin oğlu olan Gauguin, 7 Haziran 1848 tarihinde Paris’te dünyaya gelir. Anne Aline Chazal, Amerika’nın fethi sırasında Peru’ya taşınan İspanyol ailelerindendir. Paul’ ün babası Clovis, Le National gazetesinde siyasi yazılar kaleme alan bir gazetecidir. Clovis, 1848 yılında Louis Philippe’ in tacını kaybettiğini görmüş ve II. Cumhuriyet’ in ilanına tanık olur. Muhalifi olduğu Louis Bonaparte’ın Fransa’da yönetime geleceğini öngören Clovis, ailesini yanına alarak Ekim 1851’ de Peru’ya hareket eder. Bunu takip eden 2 Aralık 1851’ Louis Bonaparte, cumhuriyeti lağvederek imparatorluğunu ilan eder ve III. Napoleon adını alır.

Gemi yolculuğu sırasında kuduz nöbeti ve bir çeşit
damar hastalığı olan anevrizma geçiren Clovis, ailesini geride bırakarak hayata veda eder. Anne Aline Chazal, Paul ve iki yaş büyük ablası Marie ile yolculuğa devam ederek, Peru’nun başkenti Lima’ ya sığınır. Amcası Pio Tristan ekonomik olarak oldukça iyi durumdadır ve aileyi himayesine alarak onlara göz kulak olur. Pauş, Lima’ da dört yıl geçirdikten sonra sonra annesi ile birlikte Fransa’ ya geri döner. Yedi yaşında Fransa’ nın Orleans şehrinde okula başlar. Peru’da geçirdiği yıllar nedeniyle Fransızca’ ya uyum sağlayamadığı için okulda sıkıntılı günler geçirir.

Gauguin’in erken yaşta başlayan kariyeri sıra dışı bir biçimde gelişir. Başarısız eğitim döneminin ardından, henüz 17 yaşındayken Fransız Deniz Ticaret Filosu’nda denizci olarak çalışmaya başlar ve uzak denizlerde 6 yıl geçirir. 1867 yılında annesini kaybettikten sonra, Gustave Arosa’nın koruyuculuğu altına girer. 1870-71 yıllarındaki Fransa- Prusya savaşında askerlik hizmetini tamamlayan Gauguin Paris’e geri döner ve Arosa’ nın şehrin önde gelen borsa şirketi Bertin’de çalışmaya başladı.

1882 yılındaki borsa krizine dek bankacı olarak çalıştı. Bu dönem sanatçının hayatındaki dönüm noktalarından biri olarak da değerlendirilebilir, çünkü Arosa sayesinde resimle tanışır. Arosa zeki bir işadamı olmasının yanı sıra, iyi bir fotoğraf sanatçısı ve sanatseverdi. Empresyonizm ile yakından ilgileniyor ve Empresyonist resimleri biriktiriyordu.

Gauguin’ in yaşamının ilk yılları, Empresyonizm’in ilk kez hayat bulduğu döneme denk gelir. Monet, Manet, Cezanne, Sisley, Renoir ve Pissarro gibi sanatçılar, yaşadıkları zor dönemi ve savaşı geride bırakarak Empresyonist resimler üretir; “Salon” isimli sergi salonunda sanatseverlerle buluşurlar. Gauguin’ in yaşadığı dönemi etkileyen bir başka gelişme ise 1839 yılında Fransız ressam ve mucit Mande Daguerre, kendi adını verdiği bir fotokimyasal teknikle ingeler üretme yöntemini keşfi olmuştu. Daguerreotype adıyla anılan bu teknik, fotoğrafçılığın temelini oluşturmaktaydı. Fotğrafın keşfi empresyonizmi ve tabii ki dönemin sanatçılarını doğrudan etkilemekteydi.

Sanatla ilk buluşma

Arosa’nın Gauguin için bulduğu bankacılık işi oldukça iyi gider. Gauguin , maaşının yanı sıra kardan pay almaya başlar ve geçimini oldukça rahat bir biçimde sağlar. Iş arkadaşı olan Emile Schuffenecker ile resim merakını paylaşmaya başlar. Sanat hakkında konuşuyor, Arosa ile sergiler geziyor, empresyonist ressamların resimlerini öğreniyor ve empresyonizm ile tanışır. Empresyonist resimlerden örnekler toplayarak kendisine küçük bir koleksiyon oluşturur. Bir süre sonra Arosa’nın kızı Margurritte’ den resim dersleri almaya başlar. Ardından Colarossi’nin akşam saatlerindeki resim kursuna devam eder. Bu sırada yine Arosa sayesinde tanıştığı Mette- Sophie Gad ‘a  aşık olur. Bir yıl sonra, 1873 yılında Mette-Sophie ile evlenir. Emile, Aline, Clovis, Jean- Rene ve Paul isimli beş çocuğu olur. Gauguin, hem kendisine bir aile kuruyor, hem de işinin yanı sıra resim çalışmalarına devam eder. 1876 yılının Salon d’Automne sergisinde (güz salonunda) çalışmalarından bir tanesi bu salonda sergilenmeye layık bulunur. Böylece Gauguin ilk kez gerçek resim izleyicisinin karısına geçer. Gauguin, önceleri hobi olarak resim yapar; ancak resim yapma tutkusu sonraki hayatında da çok büyük bir önem teşkil etmeye başlar. Pissarro’nun ve Paul Cezanne’ın desteğini alır ve onların sanatından etkilenir. Ancak Gauguin erken dönem çalışmaları empresyonizm oldukça uzaktır. Soğuk renklerin hakim olduğu kompozisiyonlar, derinlik ve dinginlik hissine bu soğuk renklerle ulaşır.

Pissarro’nun etkileri ve Empresyonizm

Kendisini her geçen gün hobi olarak ilgilendiği resme biraz daha kaptıran Gauguin, yaşadığı evin bir odasını atolyeye dönüştürerek sanata daha fazla vakit ayırmaya başlar. 1879 yılında heykellerinden biri daha, dördüncü Empresyonist sergisine davet edildi. Aynı yılın yaz aylarını, manzara resmi konusunda fikir alacağı ve kendisine önderlik edecek empresyonist Pissarro ile birlikte Pontaiose’ da geçirdi. 1860’lı yıllarda ortaya çıkan Empresyonizm  akımının, Café Guerbois’da ve Paris’in cafelerinde buluşarak ilk Empresyonist grubu oluşturan Renoir, Monet, Bazille ve Sisley tarafından temelleri atılır. Akademik resim ve bu resmin getirdiği tüm bağlayıcılığından kurtulmayı hedefleyen grup Gleyre’nin öğrencileriydi. Zaman içinde aralarına Pissarro, Cezanne gibi başka ressamlar ve sanat eleştirmenleri de katılır. 1874 yılındaki Salon sergisi tarafından reddedilmeleriyle birlikte grup, ilk sergilerini fotoğraf sanatçısı Nadar’ın Paris’teki atölyesinde açar. Gazeteci Louise Leroy, Monet’in resimlerinden birini “Empresyonizm Gündoğumu” ismini takarak sözlü saldırıda bulunur. Bu olay üzerine grup, Empresyonistler olarak adlandırılmış olur. Empresyonistler, deseni ve akademik öğretiyi reddetmiş, duyguları renkler ve edindikleri izlenimlerle ifade etme yolalrını ararlar. Camille Pissarro, Ecole des Beaux Art ve Academia Suisse’ de sanat eğitimi görmüş, akademi savunucusu bir ressamdı. Çalışmalarını, salonda sergilenmeye layık görülmesine rağmen, Manet, Cezanne ve Guillaumin gibi sanatçılarla birlikte, alternatif sergi alanı olan Salon de Refusses (Reddedilenler Sergisi) sergileyen dönemin önemli sanatçılarındandı. Yaşadığı dönemde birçok sanatçıyı etkisi altında bırakmış, Seurat, Signac ve Gauguin gibi sanatçılara örnek olur. Onlara kendi kullandığı teknik olan en plein air (açık hava) tekniğini tanıtır ve sevdirir. Pontaiose’da Gauguin ile geçirdiği dönem, sanatçının kendisinden etkilenmesine neden olmuştur. 1880’de beşinci kez düzenlenen Empresyonist Sergi’ye Gauguin, yedi resim ve bir büst çalışması ile katılır. Çalışmalarının olumlu eleştiriler alması ile birlikte bir sonra ki yıl daha fazla çok yapıt sunar. Artık eleştirmenlerin ilgisini çekebiliyordu. 1882’deki sergiye gönderdiği çalışmaları ise yükselen başarı grafiğine uymayan nitelikte eleştirilerle karşı karşıya kalır. Yapıtları daha az yaratıcı olarak değerlendirilmiş olması, Gauguin’in gururunu kırar. Gauguin’in bu dönemde gerçekleştirdiği çalışmaları, cesaret isteyen, geleneklere karşı gelen çalışmalardı. 1881 yılında gerçekleştirdiği ”Sanatçının Rue Carcel’deki evinden iç mekan çalışması”  isimli yağlı boyası ve 1882 tarihinde gerçekleştirdiği “Heykeltıraş Aube ile bir Çocuk” isimli yağlı boyası oldukça farklı kompozisyonlardan oluşur. Bu resimlerde birbirinden ayrı gibi görünen resmin sağ ve sol parçaları, ortadaki vazo sayesinde bir arayas gelir, ya da figürler geleneksel resimdeki önceliklerini kaybederek objelerin arkasına saklanırlar. Sanatçı’nın tekniğinde kısa ve sert fırça darbeleri, derinlik izleniminin oluşmasında etkili olur. Bu çalışmalarında Gauguin, kendisine özgü tarzının ilk sinyallerini verir.
Paul, Gauguin’in her geçen gün kendi dünyasına dönerek resme yönelmesi , eşi Mette’ yi çok rahatsız etmeye başlar. Kendisi ve çocuklarıyla daha fazla vakit geçirmesini istemesi, ikisinin arasını daha da açar, Paul ve Mette’ nin birbirlerinden uzaklaşmalarına neden olur. Gauguin’in bankadan sağladığı yüksek gelir, ailenin refah içinde yaşamasını sağlar. Ancak Mette, rahat bir yaşamın yanı sıra kocasını da yanında ister.
1883 yılında Gauguin’in hayatı büyük ölçüde değişir. 1882 ‘de borsa krizinin patlak vermesiyle  bankacılığı bırakır ve Paris’ ten Roun’ e taşınır. Ekonomik açıdan Rouen’in Paris’e göre daha rahat yaşaılacak bir yer olması bu kararında etkili olur. Ne var ki Rouen sanatsal açıdan kendisini olumsuz bir biçimde etkiler. Resimlerini satamadığı için sekiz ay gibi kısa bir sürede tüm birikimini tüketir. Yaşanılan ekonomik olumsuzluklara daha fazla dayanamayan Mette ise Danimarka ‘da olan ailesinin yanına döner. Resim yapmaya devam eden Gauguin 1884 yılında ailesini ziyaret etmek için Danimarka’ya gider. Danimarka’da resim açısından daha verimli olacağını düşünür. Açmış oldukları serginin başarısızlıkla sonuçlanmasıyla satış işine girmek zorunda kalır ama sanatçı kişiliği bu işi devam ettirmesine izin vermez. Ailesini geride bırakıp, sanatın merkezi olan Paris’e geri dönem kararı alır. 1885’ de karısından boşanır ve beş çocuğunu terk eder. Burjuva hayatı artık geride kalmıştır. Artık hayatına bir ressam ve bir grafiker olarak devam eder.





Paris ve Pont – Aven yılları

Haziran 1885’de ailesini geride bırakan Gauguin, küçük oğlu Clovis’i yanına alarak Paris’e döner. Geçici mekanlarda kaldıktan sonra Pissarro ve Degas’ya katılmak için Dieppe’ye hareket eder. Ancak bu üçlü birliktelik, Gauguin’in dengesizlikleri yüzünden bozulur. Kendisini yine Paris’te bulur. Clovis’in bu sırada hastalanması zaten zor ve parasız geçen günleri daha da olumsuz etkiler. Birkaç resmini satmaya çalışarak oğluna bakmaya çalışır. 
Son Empresyonist sergi olan sekinci sergi bu sıralarda hazırlanır. Gauguin sergiye katılır ve birkaç resmini satark hayali olan Bretanya seyahati için ihtiyaç duyduğu parayı denkleştirir. Flaubert’in Bretanya’ ya Seyahat isimli eserden etkilenerek bu seyahate karar verir. Pont- Aven‘ e yapacağı seyahat birçok ressamla tanışmasına vesile olur. Emile Bernard ve Charles Laval ile geçireceği dönemi gündüzleri resim yaparak, geceleri ise sanatçılarla hararetli sohbetlere katılarak geçirir.
Gauguin’ in aradığı esin kaynağı ilkellik ve vahşiliktir. Tek istediği uygarlıktan ve şehrin karmaşasından uzakta resim yapmaya yoğunlaşmaktır. İleriki yıllarda resimleyeceği Tahiti manzaralarının sinyalleri burada gerçekleştirdiği resimlerinde görülür. Fırça darbeleri ve renklerin kullanımı, erken dönem çalışmalarına göre oldukça farklı, kendine özgü bir biçim alır.
Gauguin’in yaklaşık altı ayını geçirdiği Pont- Aven’ de gerçekleştirdiği en önemli yapıtı “Bretonlu Köylü Kadınlar”dır.  1886 tarihli bu resim dekoratif unsurlar içerir. Beyaz şapka ve yakaları ile farklı desenlerde resimlenmiş etekler, Gauguin’ in Emile Bernard ile birlikte öncüsü oldukları Sentetizm, iki boyutlu resimde üç boyut hissini vermek için kullanılan göz yanıltıcı teknikleri bir yana bırakan dekoratif bir üsluptur. Etekler ve yakalarda kullanılan belirgin dış hat, zamanla yerini kontürlere bırakmış, kolay kabul görmesine rağmen Art Nouveau’ nun temellerini atmıştır.

Pont – Aven Okulu

Gauguin ve Bernard’ ın Sentetizm tarzında gerçekleştirdikleri resimler, birçok sanatçı tarafından beğenilir ve zaman içinde grup giderek genişler.
Pont – Aven’ i ilk ziyareti sırasında Empresyonist çalışmalar yapan Gauguin, Pont- Aven’deki sanatçıların da dikkatini çeker ve benimsenmeye başlanan bu tarz gittikçe ilgi uyandırmaya başlar. Paul Serusier 1888’ in Eylül ayında Paris’ teki eğitimini bırakarak Gauguin’ den ders almak ister. Sentetizm tarzında yapıtlar üreten ressamlara Charles Laval, Ernest Chamaillard, Charles Filiger, Henri Moret, Ferdinand du Puigaudeau, Mogens Ballin, Jan Verkade, Jayob Meyer de Haan, Cuno Amiet, Robert Bevan gibi farklı milletlerden sanatçılar katılır. Serusier, Bernard ve Gauguin, Pont-Aven Okulu’nun en önemli üç ismi olarak ortaya çıkarlar ve Pont Aven Okulu’ nun öğrencileri Nabi’lere de temel oluşturur.

Empresyonizm’den kopuş ve Martinik serüveni

Paris’te giderek yabancılaştığını hisseden Gauguin, Charles Laval ile birlikte şehri terk etmeye karar verir. Yıllar öncesinde ziyaret ettiği Panama’ ya giderek kayınbiraderinin yardımıyle hayal ettiği ilkel yaşamı yaşamayı planlar. Ancak işler istediği gibi gelişmez. 30 Nisan 1887’ de Panama ‘ya vardığında Laval sıtmaya yakalanır. Ekonomik sıkıntıların devam etmesi, sanatçının Panama kanalının inşaasında işçi olarak çalışmasına neden olur.
İki hafta sonra işten çıkarılır. Türlü zorluklardan sonra Martinik Adası’ na geçer. Yabani bir hayat yaşama düşüncesi tümbenliğini kaplar. Beyazların yanında yaşamak yerine yerlilerle birlikte kalır, onların yaşam tarzlarını, geleneklerini araştırır, onları derinden tanımak için çaba sarf eder. Ekonomik durumunun bozukluğuna rağmen, burada yapmış olduğu tüm resimlerde yaşama sevinci, parlak renklerin seçilmiş olması dikkat çekicidir. Özellikle yörenin siyahi kadınları, doğanın güzelliği ile birleşerek Gauguin’in resimlerine yansımaktadır.  Mavi deniz, palmiye ağaçları, tarlalar, sürekli çalışan yerli kadınları ve yörenin insanının dinamizmi Martinik Adası’na aşık olmasını sağlar.

Pont – Aven’ e dönüş

Bankada çalıştığı dönemden tanıdığı ve dost olduğu Schuffenecker, Gauguin’e Martinik Adası’ndan dönüşünde ona kucak açan ilk kişi olur. Schuffenecker Gauguin’ in sanat çevresinden önemli kişilerle tanışmasına öncü olur. Théo Van Gogh bu sırada Boussod Galerisi’nde müdürlük yapar. Ressam ve sanat tüccarı Suzanne Valadon ve Vincent van Gogh ile tanışması bu döneme denk gelir.
Gauguin tüm rahasızlığına rağmen 1888 yılında Pont- Aven’e geri döner. Emile Bertrand ile birlikte çalışarak Sentetizm’ i geliştirir. Sentetizm dekoratif bir tarzdır. Gerçekliğin yalınlaştırılmış hali sentetikleştirilir, gerçek doğa değil, hayal gücünün algıladığı biçimde resimlenir. Resmi üç boyuttan kurtaran ressam, renk alanlarını kalın kontürlerle birbirinden ayırır. İkinci sentetikçiler olan Nabiler’e öncülük eden bu akım, gerçek yaşamdaki renkleri dikkate almaz.
Emile Bertrand’ ın Sentetizm’ in yaratıcısı olarak bilinmesine rağmen, Gauguin’in de çok fazla emeği olur. Sentetizm’in en belirgin örneği pşarak Gaugui’ in “Vaazdan Sonra Hayal “ isimli yapıtı gösterilebilir. Bu yapıt ile Empresyonizm’den Sentetizme olan geçişi yansıtır. Birlikte çalıştığı Emile Bertrand ‘ ın da sıkça konu ettiği Breton’lu Köylüler konusunu işlediği bu çalışma, üç boyut ve perspektiften uzaktır. Koyu lacivert renkte kullanılan kontürler, kırmızı zemin üzerindeki figürleri çevrelemekte, sağdaki kavga eden figürler, doğallıktan uzak, hayali iki figür olarak ortaya çıkmaktadır.


Van Gogh ile olan arkadaşlığı
Vincent van Gogh ile arkadaş olan Gauguin, 1888 Ekim ayında arkadaşının daveti üzerine yaklaşık iki ayının geçireceği Arles’e hareket eder. Gündüzleri resim yapıp, geceleri derin sohbetlere dalan ikili, her geçen gün birbirine biraz daha az katlanır hale gelir. Van Gogh’un ruhsal bozukluğu ve kıskançlıkları, Gauguin’i bunaltır. Yaklaşık yirmişer resim ürettikten sonra Gauguin, kavgalarının ardından 23 Aralık’ ta evden ayrılır. Van Gogh ruhsal bunalım, arkadaşını kaybetmenin acısı ve kıskançlık duygularıyla sol kulağını keser ve bir fahişe olan yakın arkadaşı Rachel’ e verir. Gauguin olaylar karşısında şaşkınlık ve korku ile Paris’ e döner ve bir daha Van Gogh ile görüşmez. Gauguin’ in kendisini terk etmesiyle girdiği bunalımlardan bir türlü çıkamayan Van Gogh, kardeşi Théo’ nun yardımına ve tedavilere yanıt vermeyerek 27 Temmuz 1890’ da kendisini vurarak yaralanır ve iki gün sonra da hayata gözlerini yumar.
İki ressamın birlikte geçirdiği dönemde en plein air (açık hava) resimleri yapan sanatçıların tarzlarının birbirine yaklaştığı görülür. Konular yerel manzaralardan ve çiftçilerin yaşamlarından seçililmiştir. Sentetizm etkisi Gauguin resimlerinde yine ortaya çıkar.
Van Gogh aynı yıl içinde Pont –Aven’ deki tüm ressamlardan kendisine birer  portre çalışması göndermelerini ister. Gauguin’ in Van Gogh’ a hediye olarak geliştirdiği “Sefiller” isimli çalışması, altında ezildiğini hissettiği toplumsal baskının en başarılı örneklerindendir. Victor Hugo’ nun aynı isimli eserinden esinlenerek gerçekleştirdiği bu yapıtta, arka planda çiçekli bir duvar görülür. Bu çiçekler soyut ve Sembolizm’ in bir etkisi olarak kompozisyonda yer alır.
Gauguin, Van Gogh yanından ayrıldıktan sonra , birkaç kez Paris ve Pont-Aven arasında gidip gelir ve kalabalıklaşan nüfusu görünce ordan ayrılmaya karar verir. Serusier ile Le Pouldu’ ya giderler. Van Gogh’ un ölüm haberini burada alır. Hala kendisini yaşatacak kadar para kazanamayan ve resimlerini satamayan Gauguin, peşinde koştuğu vahşi yaşamı resimlemeye devam eder. Üstelik Van Gogh’tan 6 ay sonra ölen ağabeyi Théo, satışların iyice durmasına neden olur. 7 Kasım 1890’ da Gauguin yine Paris’ e döner.
Bu dönemde gerçekleştirdiği en önemli çalışması “Güzel Angéle” dir.  Pont- Aven’ in Belediye Başkanı’ ını eşi Marie Angélique Satre’ yi resimlediği bu çalışma, Angéle tarafından hiç beğenilmez ve kabul görmez. Klasik Breton giyisileri içindeki Angéle , basit nesneler ve yoğun renklerle birlikte resmedilmiştir. Portrenin güzel olması amaçlanmamış, Angéle bir daire içine alınarak resmin geri kalanından farklı bir alana yerleştirilir. Resim 1891 yılında 450 Frank karşılığında Degas tarafından satın alınır.
Gauguin’ in resimleri alıcı bulamamasına rağmen, tarzı her geçen gün belirginleşir. Kullandığı koyu ve hayali renkler, geniş dairesel alanlar ve işlediği mistik konular kendisine özgüdür. 1889-1890’ da yaptığı “Sarı İsa” tablosu, tarzının en tipik örneklerindendir. Bu resimde iki boyutlu Japon sanatının etkisi görülür. Pont- Aven yakınlarındaki Trémalo şapelindeki Çarmuhta İsa heykelinden esinlenerek yapılan resim, Gauguin’ in kendi portresini çalıştığı başka bir resimde de arka planda görülür. Portresini aynaya bakarak çalıştığı için İsa diğer resimde başı sağa eğilmiş biçimde resimlenmiştir. İsa’ nın yüzünden soyut bir anlatıma yaklaştığı görülür. Portrenin sağ üst bölümünün arkasında Gauguin’ in 1886 yılında Ernest Chaplet’ den öğrendiği seramik sanatından bir örnek görülür. Madeleine Bernard’ a duyduğu karşılıksız aşk sonucunda gerçekleştirdiği “ Tütün Kabı” Gauguin’ in bu çalışmasında Sarı İsa ile yanyanadır. Gauguin kendi portresini resimlerken sıkça kullandığı açı bu resimde de görülür. Portresine vahşi bir nitelik kazandırmaya çalışır. Güçlü ve inatçı kişiliği bakışlarına yansır.

Tahiti yılları

Gauguin 1891 yılında Paris ‘ te yaklaşık otuz resim satar. Buradan kazandığı para ile Tahiti’ ye gider. Yaklaşık 2 ay süren yolculuktan sonra 9 Haziran 1891 tarihinde adanın limanı olan Papetee’ye ulaşır. Burada, halkın arasına karışarak tıpkı Pont- Aven’den yaptığı gibi yaşadığı yerin dokusunu, doğasını ve insanını özümser ve resimlerini duygularını yansıtır. Suzanne Bambridge ada halkının dilini bilir, yöreyi tanır. Bölgenin önde gelen ailelerinden birinin üyesi olan Suzanne, Gauguin’e yaşamasında yardımcı olur. Kendisinin portresini çizmesini ister ama fiyatta anlaşamazlar. Ekonomik sıkıntıları gittikçe içinden çıkılmaz bir hal alır. Gauguin’ in kendisine has egzotik tarzı iyiden iyiye yetkinliğe ulaşır. Burada yaptığı eskiz ve resimlerin tümünde Gauguin’ in tarzına hakim olduğu ve bu tarzı başarılı bir biçimde yansıttığı görülür.  Ancak Gauguin hala vahşiliğin ve bozulmamaışlığın peşindedir. Kaldığı adanın kirlendiğinden ve doğallığını kaybettiğinden şikayet ederek daha ilkel bir yer bulmayı umut ederek adayı terk eder. Bu sırada şiddetli broşitle boğuşur. Önce Pacca, ardından Mataiea’ye gider. Gauguin Fransa’dan çok uzak da olsa, resimleri kısıtlı bir kesime ulaşır. Resim satarak geçimini sağlamakta hala zorluk çeker. Ancak tarzı genç sanatçılar arasında tanınmaya başlar. Serusier ‘nin Gauguin’ den destek bularak sanatçı arkadaşlarıyla paylaştığı Pont- Aven’ i resimlediği manzara çalışması, Nabi’lerin temellerinin atılmasını sağlar. Auguste Cazalis, kahin anlamına gelen ibranice” Nabiim” kelimesinden çıkışla grubun adını Nabi adını vermeyi teklif der. Edebiyatçılar, ressamlar, tiyatrocular ve dekoratif sanatlarla uğraşan sanatçılardan oluşan grup, kısa sürede bu ismi benimser. 1900’ lerin başında dağılan bu grup, kurulduğu dönemde oldukça etkili olup, alternatif salonlarda sergiler açarak seslerini duyurmayı başarırlar.
Uygarlıktan uzak cennetten bir köşede Gauguin, yerli halk ile birlikte yaşar, halk sanatı ve ilkel sanat üzerine yoğunlaşır. Hala parasal sıkıntısı devam etmektedir. Yörenin genç kızlarından sevgililer edinir ve onları model olarak kullanır. Gauguin’ in Tahiti geleneklerine göre evlenme teklif ettiği Teha’amana ayrı bir yere sahipti. Gauguin’ in 43 yaşında tanıştığı bu 13 yaşındaki kız, sanatçının çok sayıda resmine konu olur . “ Ölülerin ruhları bizi izliyor” tablosuyla, Monet’in Olimpia’sı karşılaştırıldığında, bu çalışma oldukça ahlaksız bir resim olarak görülebilir.  Ne var ki Gauguin sembolizminde mistik olmayı tercih etmiştir. Yüzüstü yatan genç kızın, yüzünün sadece bir kısmı görülür. Gauguin, Monet gibi sadece çıplak bir genç kızı en güzel biçimde resimlemek yerine sembolik anlamlar yüklemeyi tercih emiştir.

İlk büyük sergi

Nisan 1893 tarihinde Marsilya’ya gider. Parasal sıkıntılar hala yoğun bir şekilde devam eder. Amcasının ölümün ardından kendisine 9000 Frank miras kalır. Bu parayla borçlarını ödedikten sonra kendisine Rue Vercingetorix’ de Montparnasse tren istasyonu yakınlarında, bir atölye kiralar.  Gauguin’ in sanatını hayranlıkla izleyen Degas, 1893 yılının sonunda ilk büyük kişisel sergisini Durand- Ruel Galerisi’nde açmasını sağlar. Altı adet Breton, 38 adet Tahiti konulu resim ve iki heykelden oluşan sergi sanat çevresinden büyük ilgi toplar. Ne var ki bu ilgi yapıtların satışını sağlayacak kadar olmaz ve mali sıkıntılar devam eder. Sergi kataloğunun giriş yazısını dostu Morice kaleme alır. 1894 yılında Morice ve Gauguin Noa Noa’ yı yazmaya başlarlar. Noa Noa mis kokulu anlamına gelir. Kitapta Polinezya’da geçirdiği zamanlardan bahseder, sanata dair olan düşüncelerini kaleme alır ve Morice de şiirleriyle katkıda bulunur.

Paris yılları
Aralık 1893 ‘te galeri sahibi Vollard, 13 yaşındaki Cava melezi Annah’I Gauguin ile tanıştırır. Annah, Gauguin’ e modellik yaomasının yanı sıra sevgilisi de olur. İşlerinde daha da mistik olmayı tercih ederse satışların daha iyi gidecğini düşünen Gauguin bu mistik havanın işleri daha da kötüye çevirdiğini anlar. Atölyesini adeta Tahiti’ den bir köşeye dönüştüren Gauguin adeta egzotik bir ortam yaratır. Girişte resimlerin yanına “Te Faruru” (burada aşk var) yazısı asılı durur. Annah ile yaşaması ve girişe Yeni Zelanda dilinde bir ifadenin asılmış olması toplum tarafından hoş karşılanmaz. 1894’ de Annah sanatçıyı terk ettiğinde atölyedeki tüm değerli eşyaları da yanında götürür. Daha sonra Annah sanatçı Alphonso Mucha’ ya da modellik yapar. Annah tarafından terk edildikten sonra 18 Şubat 1895’ de tüm resimlerini alarak Hotel Drouot’ da müzayedeye katılan Gauguin, yüne hüsrana uğrar. 49 resimden sadece 10 tanesi alıcı bulur. Marie Henry, borcu yüzünden resimlerinden bazılarına el koyar.
   
Tahiti’ ye son yolculuk

28 Haziran 1895’ te Tahiti’ ye döner. Resimlerini Auguste Bauchy, Georges Chudet, Daniel de Monfreid, Ambroise Vollard, yazılarını ise Charles Morice’ bırakır. Paris’ten sık sık mektup alarak ilişkilerini devam ettirmek ister. Eylül 1895 te, 47 yaşında hasta ve parasız bir şekilde Tahiti’ ye varır. Ancak bir fahişe’den kaptığı frengi, Annah ile kavgalarından kalan kırık ayak bileği, deri döküntüleri ve parasızlığın getirdiği sorunların yanı sıra bir de kalp rahatsızlığı ortaya çıkınca daha da zor günler yaşamaya başlar. İlginç olan bu dönemin sanatşının en verimli olduğu dönem olarak nitelendirilir.
Papeete’ ye Gauguin kendisine ikinci bir aile kurar. Pahura, Emile isimli bir çocuk dünyaya getirir. Modern Ruh ve Katolik adını verdiği yazıları kaleme almaya başlar. Arsa tescil dairesinde yazmanlık yaparak az da olsa bir miktar para kazanmaya başlar. Ardından gazeteciliğe yönlenerek bu yazıları hem dini, hem sivil otoritelere karşı bir tavır alarak  kaleme alır. Yeni ailesinin verdiği enerjiyle resim yapmaya devam eder. BU dönemde yaptığı resimler ilkel yaşam, sembolizm ve alegorinin mükemmel birlikteliği olarak karşımıza çıkar. Kuşkusuz en önemli yapıtı “Nereden Geliyoruz? Kimiz? Nereye Gidiyoruz?” isimli yapıtıdır. Bu resimde Gauguin, yaşamın kökenini, aşkın ve ölümün anlamını sorgulamaktadır.

Markiz Adaları’ na kaçış
Doğayı, vahşiliği arayışı hiç bitmeyen Gauguin, 1901’ de ikinci ailesi olan Pahura ve çocukları terk ederek Markiz Adaları’ na gider. Sadece altısında yerleşim bulunan bu 12 ada, Gauguin’ e istediği ilkelliği sunar. Ancak Gauguin manzaralarına ve doğasına hayran kaldığı bu adaların yerlilerinde ilkel sosyal yapılarını kaybederek misyonerlerin etkisini görmeye başlayınca büyük hayal kırıklığına uğrar.
Bu dönemde özellikle at ve insan konulu çalışmalar yapar. “Biniciler”, “Beyaz At”, “Sahilde At Binenler” bunlardan bazılarıdır.
Gauguin, Atuana köyünde bir miktar toprak satın alarak son külübesini inşa eder. Adını Maison du Jouir (zevkler evi) koyduğu bu ev için çeşitli ahşap panolar ve oymalar hazırlar. Adanın yerlileri Gauguin’ i kabul etmiş olsalar da, adada yaşayan misyonerler ve diğer batılılar kendisinden yerli halkı ayaklandırmaya teşvik ettiği düşüncesinden dolayı rahatsız olurlar. Gauguin, bu evi süsler ve 14 yaşındaki Marie Rose Vascho  ve kızlarıyla birlikte yaşar. Resimleriyle 20.yüzyıl sanatını derinden etkileyen Gauguin, 1903 yılının 8 Mayıs’ında yaşama geçirdiği bir kalp krizi sonucunda yaşama veda eder.   


Sefiller
Gauguin’in 1888 tarihli bu resmi, van Gogh ‘ a bir armağanıdır. Van Gogh, Gauguin’den Pont –Aven’deki diğer ressamlardan portrelerini kendisine göndermelerini ister. Bu yapıt günümüzde Amsterdam Van Gogh müzesinde bulunmaktadır.
Gauguin, portresini Victor Hugo’nun Sefiller’indeki başkişiden esinlenerek yapar: Gauguin de tıpkı Valjean gibi kendini toplumun baskısı altından hissetmektedir. Vincent’a şöyle yazar: ”Başıma hücüm eden kan ve gözlerimin çevresindeki renkler, demirci ocaklarındaki renkleri hatırlatıyor. Böylece , kızgın lavlar ruhuma doğru akıyor.
Gözlerimin ve burnumun etrafındaki çizgiler bana İran halılarındaki çiçekleri hatırlatıyor. Bunda soyut resmin ve Sembolizm’in etkisi var. Arka plandaki çocuksu çiçekler de sanatsal saflığımızı gösteriyor. “ Gauguin, daha sonra Polinezya yapıtlarında kullanacağı süsleme unsurlarını şimdiden denemeye naşlamıştır.
Arka planda Bernard’ ın portresinin küçük bir eskizi vardır. Buna karşılık Bernard  da, Vincent’a verdiği resmine Gauguin’ in bir portresini eklemiştir. Van Gogh, Théo’ya Bernard’ ın yapıtını daha çok beğendiğini itiraf etmişse de Gauguin’ e kendi portresini göndererek teşekkür etmiştir.  Bu yapıt günümüzde Cambridge, Massachusetts, Fogg Sanat Müzesi’nde bulunmaktadır.



Aha oe feii? (Ne! Kıskanıyor musun?)
Aha oe feii özenle tasarlanmıştır. Bu, özellikle resme sonradan eklenen yere uzanmış figürün eskizlerinde ve birçok hazırlık çalışmasında da görülür. 1892 tarihli bu yapıt Moskova Puşkin Müzesi’ndedir. Gauguin, bu çalışmasında, sembolik anlamı yansıtmak amacıyla imgelerden çok renkleri kullanmıştır. Bu dikkat çekici yenilik, geleceğin resmini derinden etkilemiş, özellikle Soyut resmin doğuşunda önemli bir rol oynamıştır. Güneşli sahilde tembelce uzanan iki kızın arasındaki sıcak ilişki, onların sakin ve yumuşak tavırlarıyla yansıtılr. Arka plandaki kızın duruşu, sanatçının yeni çözümler arama arzusunu gösteren alışılmamış bir açıya sahiptir. Ön plandaki endamlı kızın heykelsi duruşu özenle çalışılmış. Yüzünün profilden görünmesine ve sağ gözüyle izleyiciye haylaz bir çocuk gibi bakmasına rağmen, burnunun kıvrımı ve kapalı dudaklarıyla güçlü ve kararlı bir kişiliği yansıtır. Siyah saçları, başındaki beyaz çiçeklerden yapılmış tacıyla kontrast oluşturur . Koyu teni sahildeki parlak pembe kumla vurgulanmıştır.









Kaynakça:
Art Book Gauguin, Dost Kitabevi
Gauguin, Boyut Yayınevi
Gauguin, The essential guide to his life and art and to the influences that shaped his work
Gauguin, Tahiti, Fernand Hazan, ABC
Gauguin, The Primitive Sophisticate, Ingo F. Walther, Benedikt Taschen

8 Ocak 2011 Cumartesi